• Kuşlar Gönülsüz Uçuyor
  • Melek Olmak İsterdim Bir Yerde Bir Semada
  • Bir Ormanın Kuytusundan
  • Kaygan Zaman

GÜNÜN FİLMİ:THE TREE OF LIFE

Hiçbirşey aynı kalmaz... Terrence Malick çocukluk masumiyetinin kayboluşu, doğum,yaşam, ölüm , çocukluk üzerine harikualde görsellikte görüntülerle ve enfes oyunculuklarla süslediği filminde insanı kendine hayran bırakıyor.

GÜNÜN FİLMİ

Hayatınız bir yazarın romanına bağlı olsaydı ne yapardınız.Sürekli bir dış ses duysaydınız ve o dış ses bir an öleceğinizi söyleseydi?



Oltamıza takılan film Marc Forster'ın 6. filmi Stranger Than Fiction.
Will Ferrell, Emma Thompson Maggie Gyllenhaal ve Dustin Hoffman'ın göz alıcı oyunculukları ve yönetmenin yalın ama başarılı stili ile buluşan keyifli ve başarılı bir film.Öneriyoruz...İzleyin, izlettirin..

.....LAMENT....

Adım bile yoktu tanıştığımızda.
Ben hep başka bir ülkede yaşardım. Uzaktı. Sana seslenmek yorardı. Oraya gidilmezdi; ne yürünerek ne ölünerek. Kalbinden fırlayıp rüyama sıçrayan periler bacaklarında boğardı beni. Seni çok özlerdim, göremezdim. Anlamsızdı. Durmadan konuşan dudaklarıyla beynimi yerdi periler. Yine de ölmezdim, rüyamda bile.
 

EXHALATION


Bazen aynı gökyüzünün altında durduğumuzdan bile şüphe ediyorum.  Başka iklimlerde başka topraklarda büyüyoruz. Büyüdükçe kelimelerim de bunamaya başlıyor. O bunak sözcüklerin ucundan tutup yeni manzaralar çiziyorum herkesin çok fazla sevmeye başladığı için bana yetmeyen şairlerin artık burun sızlatmayan şiirlerinin yerine.
Hayatın gerçekten içine geçmek 
çok zor dışına çıkmaktan.
Bazen herşey çok zor,
herşey çok uzak, 
çok yüksek
ve çok karanlık.

Kalbimden öte beynim kanıyor;
bir dua eşliğinde
buza gömülmek istiyorum...

BAŞLIKSIZ


Ellerim kalabalık; kemiklerim arasında ezikliğine boyun eğen hüznü gözlerime taşıyacak kadar gücüm bile yok... Sanırım yoruluyorum; kımıltısız bir acıyken de yorulabiliyor insan, en çok da böyleyken çoğalıyor yorgunluk. İliklerimdeki kan toplarını avcuma koyanların yüzlerinde bakıyorum kendime, sonra koşa koşa uzaklaşıyorum yanlarından; tenim yanmaya başlıyor çünkü... Oysa bana kendimi verdiklerini biliyorum ve kendini korkutan bir rüya oluyorum böyle zamanlarda... Böyle zamanlar... Böyle zamanlar hiç bitmiyor; ne kadar unutmak istesem de olmuyor, parmaklarımdan sızan kanla yeniden canlanıyor duvar diplerindeki çamurdan heykeller... Beni bana bırakmalarını istemiyorum; korkuyorum bundan, çıldırmayı bile becerememekten korkuyorum. Kendime hiç tahammülüm yok; hiç tahammülüm yok onlardaki beni görmeye. Dünyanın herşeyi gören gözü olmak öyle zor ki; bazen dayanılmaz bir baş ağrısı bazen sinsice mideye dolan kramplar... Öylesine bencilim ki; taşıyamıyorum bencilliğimi; altından kalkamıyorum. Koca bir ömür, ket vurulan gülümseyişler, bile bile unutamayışlar ve keşfi tamamlanamayan bir kent var dudaklarının arasında... Yanılmak kalbinde büyütemediğin yanlış bir hece gibi; ama nerde yanılırsın, nerde bitti hayatım, bu son dersin? Korkarım bunu hiç bir zaman yapamayacağım, güvensizliğime güveniyorum en çok. Boynumu kollarına doladığım örümceğin hiç şansı yok oysa, yine de mavi onun kanı ve üstünde yürüdüğü kılcal dokunun her milimetresinde kendi emeği üstelik ışık saçan kanı var. Nereye gitse bir kent kurabilir kendine, en çok da umutsuzluğundaki cesaretten doğar umudu... Heceler büyüdükçe gücünü kaybediyor gözleri, bu yüzden ben hep susuyorum, susuyorum; su-su-yo-rum...

BİR ETALİN RYTERT MASALI


-KALBİ YAKAN KOKULAR-

Etalin'in yüzüstü bırakılmış bir kalbi vardı, ışıktan uzaktı. Rytert'e uzun uzun baktı, bir mucizeyi incelemek istercesine...

Rytert'in hiç kimselerin bilmediği korkunç güzellikte bir yüzü vardı. Baktıkça Etalin in alnındaki hüzün dağılırdı. Solgun sandığınız teninde aniden bir ateş parlardı. Etalin in saçlarını savuran; bir fırtınada şahlanan topraklar gibi tutukularını kabartan bir ateş. Denizleri tutuşturan güneş ışıkları içinden; bir buluttan süzülür gibi bakan gözleri, iki dağ arasında hiç kaybolmayan bir nokta kadar belirgin dururdu göz kapaklarının ardında...
Herşey canlanırdı o zaman Etalin in içinde; merhametle boğazına sarılan bir el çatlak ve kuru sesini sıvazlardı. Çıplak ve yıkık vücudu örtülürdü, kökleriyle yeryüzüne serilen devasa bir orman gibi; o ormanda çatısı yeniden kurulan bir kulube gibi. Eriyip giderdi Etalin; Rytert in birbirine kavuşturduğu vahşi güzellikteki kolları arasında. Ve kıvrılarak hava boşluğunu dolduran mucizeye...


-GÖZ YAŞARTAN BOMBALAR-

Öyle güzel gülerdi ki; çağladıkça bulanan sular gibi karışırdı yüzü o zaman. Ruhsuzluğunu toprağa katıp giden bir ölünün kahkahası gibi kokardı gülüşü.
O koku gözlerimi yakardı..


P.E. FALLEN






Bozuldu zamanla satır aralarına üflenen büyüler ve azaldı giderek rengi kelimelerin.
Sadece ellerimden kurtulmayı diliyorum.
Bir ölünün toprakta sürüklenişi gibi, giderek daha fazla ruhsuzlaşarak…

KAYGAN ZAMAN


Kimi zaman saklandıkça aydınlanıyor kalbi insanın. Ben anlatmayı beceremediğim öyküleri yakıyorum. Garip… Işıma çarparak ölüyor küçük böcekler. Güçsüzüm ve kanatlarım da yok. Ben de hep tırnaklarımı kırıyorum.

Dalgınlığıma ve sarhoşluğuma yeniliyorum. Yenildikçe iyice büyüyor insan. Kalbi de büyüyor büsbütün…

Bir ormanın kuytusundan çalınmış karanlık bir akşamdı.Bir adamın gövdesine dayanmış gibi kürek kemikleriyle, sırtını ağaca vermiş durmadan ağlıyordu. Yara kabuklarını kaldırmaktan haz alan kadın çoğu zaman çekilmez olurdu. Bencildi; sevgi doluydu yine de.
Bir orman dolusu karanlıkta dağılsa hüzünleri ne güzel olurdu.

Işık hızıyla döküyor ayna sırlarını…

“Merhaba” dedi Sebastian.

Buz gibi soğuktu sesi; dudaklarının arasından havaya fırladı harfler ve çarptı yeryüzüne; rüyasında betona düşen dişleri kadar kimsesiz kaldılar. Bundan daha fazla konuşmayı dilemedi hiç kimse. Birbirlerine baktılar; biri dudağını ısırıyordu, biri ellerini saklıyordu. İkisinin de gözlerinde kımıldayan merak çıplak bir gölge bırakıyordu yüzlerinde.

Başı önünde yürüdü Portella, kulubesine dönen uysal bir köpek gibi; ağır ağır. Sebastian da peşinden gitti; bir sürüye dahil olmanın körleşen coşkusu dalgalanıyordu içinde. Gitmenin pek çok halleri vardı, hep yeniden öğrenilirdi; ama dönmek hep aynıydı, tekti. Yol bildiğiniz yoldu...

BAŞLIKSIZ


Tohum yağar gökten.Çiçek olur,ağaç olur.Güzel olur.İnsan olur.Şiddet olur.Şiddet olur.

  Güzel olur.

Biçimsiz yazılar,bitmemiş kazılar,içinde neler var…
Karşımda durur.Leş kokulu pisuvar.Beni başından savar,başkasını şefkatle sarar.Bunların hepsi zararlı maddeler bağımlısı,içinden bir ses doğar.ŞİDDET,ŞİDDET…
Dinle beni bir müddet,toprak rahmetime hasret,hayret edilecek hususlar.Kanatsız uslar.


Rengini küfe terk etmiş demirden barakalarda kışın tir tir tir titreyerek,kalemini kağıda bulaştıran Sebastian için hiç bir şey Portella’nın eksikliği kadar soğuk değildi.Olamazdı.Zifir karanlığı yırtan sepya ışık altında Sebastian sobaya bir kürek kömür daha attı.Oda azıcık ısındı ama ruhuna dokunamadı bu sıcaklık.Sebastian’ın ruhu titredi.İçinden bir nefeslik üzüntü odaya aktı camı sardı.Buharın oluşturduğu birkaç satırlık deftere Sebastian tırnakları koparılmış parmağı ile bir şeyler yazdı.Odadaki oksijen azalırken camdaki buğu erimeye başladı.Portella’nın damarlarındaki kan aktı sanki o an yazıdan.Karıştı harfler Sebastian hüzünle baktı cama.Camdan akan sular cama vuran ışıkla bulanık bir aydınlık oluşturdu.Işığı dışarıda duran aracın kusursuz çalışan motorunun sesini de duydu.Sebastian çiftesini alıp,kapıya çıktığında araba hala çalışıyordu.Sebastian gözlerini yırtan ışığa bakarken gözlerini kastı.Kapı açıldı.Kahverengi botları ve siyah pantolonu olan birisi indi.Gözlerini ışıktan hemen hemen körleşmiş olan Sebatian karşısındaki kişiyi seçemedi.Kahverengi botlu yabancı 2 adım ileri çıkıp farlardan birisinin önüne geçtiğinde Sebastian şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez haldeydi.
Mor beresini düzeltip “Merhaba” dedi Portella…

SE-bastian'a...




Herşeyi unuttuğum zamanlar...

Sebastian çantasından çıkardığı koyu mavi defteri masaya koyuyor. Küçük kahverengi gözleri durmadan etrafı izliyor. Denize ağını sallayan bir balıkçı kadar heyecanlı görünüyor. Sonra aniden gömleğine sıkıştırdığı kırmızı kalemi kavrıyor parmakları. Konuşmuyor ya da göz göze gelmiyoruz. Siyah saçlarının arasından beyaz çizgiler akıyor. Yanağındaki çiziği, kolundaki kesikleri ezberliyorum. Derin olmayan izleri var...

Yüzümü ellerimin arasına sıkıştırıp onu izliyorum, ihtiyacım olan ışık ve havayı sağlıyor bana.Bir anda herkes susuyor. Sebastian'ın kalbinde birşey uyanıyor. Başını kaldırmadan birşeyler yazıyor. Karalıyor önündeki defteri, mutsuz öyküler anlatıyor Sebastian...

ADSIZ...


KARANLIK ORMAN
CIZGI ROMAN
YOKOLMAK ICIN DOGAN INSAN
VAHSET -ŞIDDET
VE SESSİZLİK
SİZLİK FİLMLER
VE BİZLİK KAVGALAR
TARLADAKI KARGALAR
MÜREKKEMİLE DEFTERE DİKTİĞİM YAZILAR
BİRER BİRER SOLAR.....



KALEMI KAGIDI ALDATTIGIMDAN BERI BOYLE MUHABBETIMIZ OLMAMISTI

YAZMAK BENI ARINDIRMIYOR ELBETTE AMA KIRLETMIYORDA
DAHA FAZLA KIRLENMEMEK ICIN YAZIYORUZ
(O VE BEN)
ARINMAK İÇİN DEĞİL....

Sırf soğuk diye girmediğin odamda geberiyorum, 

Melek Olmak İsterdim Bir Yerde Bir Semada

Duman yağıyor…
Hangi tarafını beslersen o büyüyor. Yorgunluk havada, solan kısmında sokağın; gitgide uzayan solgunluğunda.
Bugün de üst üste koyduk günahlarımızı;
ateş yakmaz, su söndürmez…

RAPTİYE YUTAN ÇOCUK...

İçimdeki duvarlara bakışını asmak için raptiye yutuyorum, acımı bant tutmuyor benim...

KUŞLAR GÖNÜLSÜZ GÖÇÜYOR

Şimdi bize açık sofralar yok.
İçinde ayaklarımın can çekiştiği ayakkabılarımdan utanıyorum...

ALINTI

Adındır şah damarımda
Ağlayamadığım her gözyaşında adın vardır,
Bazı sözler karanlıkta söylenir
Bazı sözler asla...
Armalanmış rüya, ölü dil;
Bazı anlar için çözer kendini
Simgelerin dilsizliğinde karşı karşıya dururken biz
Armalardır bizi belirleyen,
Bazı sözler karanlıkta söylenir
Bazıları hiçbir zaman...
Gölgem ki en yakınım, yabancı bana;
Gerçekte o kadar güzel miydin bilmem ama
Sana aşıktım ben...

SONSUZLUK ÜZERİNE...SENİN ÜZERİNE..

SENİ TOPRAKLA ALDATANA KADAR DUDAKLARIM SENİN SE-VGİLİ....

KANIRTA KANIRTA, KANATARAK VE KANAYARAK YAZIYORUZ... CÜMLELERİ BEYNİMİZİN EN SERT KIVRIMLARINDA EN YÜKSEK HIZLA ARIYORUZ... YA VİRAJI DÖNERİZ, YA UÇURUMA GİDERİZ...İKİSİ DE UYAR BİZE ÇÜNKÜ BİZ KAYBEDENLERİZ...